ondört

|
kalabalığa karışabiliyorum herkesin abarttığını düşünüp böbürlendiğim o "bildiğimiz güneş"in altında.
sesim çıkmıyor kaşlarım çatık ama gülümseyebiliyorum. övünüyorum bununla.

bildiğimiz güneş, hani şu Afrika'da da parlayan.

herkese bir şey söylemek istiyorum. bir derdim varmış gibi davranıyorum. derdim yok aslında alt tarafı çok işim var. ama yine de "ne olmak istiyorsun" diye soranları yanlış anlayıp "bilmem" diyorum.

Onüç

|
-"daha hayatım başlamamış gibi hissediyorum"
-"hoppalaa... 24 yaşında bir kadın bunu nasıl söyleyebilir??!"
-bazen nefes almayı bile unutuyor olabilirim. aklımın içinden geçen bulutlar öyle bir sağanak tutturuyor ki, ama, yine de, hala, ulan ıslanmışız yağmur yağmış diyebiliyorum, bazen, belki, şanslıysam.
-boşa harcıyorsun o zaman bi' dünya şenliği?
-yok. anlam-kavram dürtmesi bu.

gerçekten neye ihtiyacım olduğunu biliyorum da, üzülürüm diye söyleyemiyorum sanki kendime bile. dilimin ucunda. uçtu uçacak, gösterecek bana kendisini.

gerçekten de dilim tutulmuş, konuşuyorum zannediliyor, öyle karabasan ki, konuşurken konuşamadığını nasıl anlatırsın?

gerçekten peşimi bırakmaya niyetlendiklerinde arkalarından saygıyla ayin yapacağım, övgüyle ve ilgiyle anacağım onları, ama peşimi bıraksınlar-kara-kara parçalar.

gerçekten bir düş gördüğüme inandığımda ya da uzun zamandır randevularına gelmeyeceğini haber bile vermeyen sevgili hayali arkadaşlarıma ulaşmanın bir yolunu bulduğumda derin bir nefesalabilirimbelkidediye düşünüyorum.
kendi evimin balkonundan düşmüş, giriş kapısını bir türlü hatırlayamıyor gibi hissediyorum.

ve bu kimseyi ilgilendirmiyor. ve bu canımı acıtabiliyor. ve gerçekten ilgilendirse de birini-dilim tutuluverebiliyor.

güzelliğin içimi güzellikle doldurduğu zamanlara atfen: güzellik, lütfen, kötü kokuyormuş gibi davranmayı bırakır mısın?


---yok yok vaz geçtim. zihinsel öksürük bunlar. uzun uzun çaldırmak, defalarca tekrar aramak suretiyle vaz geçmeden medet umduğum bir telefon konuşması öncesi, kesik kesik öksürerek...
kendi kendime ifade etme hali.
ama sıkılıyorum.

Oniki

|
durduk yerde rüya görülmez. ya uyuyor olman gerek, ya da delirmiş.
gördüğün rüya durduk yerde bütün gün sürmez. ya uyanmamışsındır, ya da delirmiş.
rüyayı yorumlayamayışın da durduk yere değil. ya gerçektir, ya kaçtığın.
kaçtıklarınla dolu rüyalardan uyan da gül. ya çok kaçmışsın, ya da gerçek değilmiş.

Onbir

|
kadın olmak. bir kadın çeşidi olmak. bir kadın olarak insan olmak....
üç beş tane kitap okuyup psikanalist kesilmek. geçmişe dönmek, kaynağı aramak... savunma mekanizmalarına bok atmak ve durmadan şikayet etmek.

nasıl olduğumu soranlara hep iyiyim dediğim halde kimsenin beni anlamadığından, benimle ilgilenmediğinden falan yakınıyorum. ikinci ergenliğimi yaşıyorum. daha bilinçli, daha "bilir"li, daha aydınlanmış. bütün ışık sistemini kurduktan sonra sigortayı attırmak gibi...

şimdi burada, gizli gizli, kimseye söylemediklerimi anlatırken bile çekiniyor, kısıtlıyorum kendimi. neye göre şekil veriyorum kendime? "sevgili kimse" diye başlayan bu numaralandırılmış iç dökmeler bile süper egoya takılıyor, sansürlüyorum kendi kendimi.
salıversem her şeyi... ortaya ne çıkacak bilmiyorum.

On

|
28 yaşındaki bir kadın intihar etti. ölmeye yeltendi desek daha doğru olur, çünkü hala aramızda. insanı çevreleyen o korkunç ne yaptın senler arasında.
benim sahip olmayı istediğim pek çok şeye sahip. çok severek özendiğim biri üstelik. çat! ölüme meyletti.

olur, neyse. o acil çıkış kapısındaki çıkış yazısının kırmızısının cezbetmediği bi tane bile insan yoktur eminim.

o hep orada.
var.

bugün sinir krizi geçirip bebek çığlıklarıyla ağlarken o kadın, etrafımı hayaletler sardı. eşikten getirmiş olacak, üstü başı kirlenmiş, ruhu..
üzerimde bıraktığı ağırlığı bir süredir kurduğum o iyiyim hafifim balonuyla karşılaştırınca balon patlayıverdi. o kadın çıkışa meyletti, geri geldi.
geldiği yerin tortuları, birkaç gündür gayri ihtiyari muhattap olduğum o kapı fikri, oraya daha fazla dönüp bakmama neden oldu.

o hep oradaydı. hala orada.

hep orda olacak. ama hayatın boş tarafından bakınca, ışık kırılması yüzünden midir, daha bir cazip göründü bana.

Dokuz

|
"intihar etti."

birine telefonda söylenmemesi gereken şeyler listesinde ilk beşe rahat girer.

Sekiz

|
cümlenin sonunda "anladın mı" diyip durmak sinir bozucu. dilime dolanmıştı bir ara da, aramızın bozulmaya başladığı bir dönemde bir arkadaşım 'şunu söyleyip durma' dedi diye iyice sinir olmuştum. ulan dilime dolanmış işte n'apayım. (ağzından çıkanı kontrol edememek ve farkındalık günahlarına da girilebilir burdan ama sapmayacağım şimdi..)
psikanalitik düşünmeyi de pek severim.(hahayt.) batı tarzı analizci zihniyet her zaman dalga geçtiğim bir şey olmasına rağmen beni eğlendirdiği için, ara ara uğrar yanıma. insanın diline takılan sözler, tamlamalar, söz öbekleri falan üzerine düşünürken de "hmm" dedim. "konuştuğum kişilerin beni anlamıyor olmasından endişe duyuyor olmalıyım." bilinçsizce sayıklananlarla aynı kefeye koymuşum biraz...

ama cidden, bu endişe ümitsizliğe dönüştü. konuşmamaya başladım. sarhoş olup 'ulan ikinci ergenliğimi yaşıyorum' bile dedim. kimse beni anlamıyor kafası... sustum, pıstım kaldım. şimdi de konuşurken karşındakinin anlayıp anlamadığını düşünmeden allah ne verdiyse konuşmayı benimsedim. ben bunu dedikten sonra da, (sen misin kimse kimseyi anlayamaz diyen..) bir kara bulut çöktü üzerime.

hiç içimden gelmiyor konuşmak. derdimi anlatmak. ne olacak ki diyorum. böylece aklım söylemeye niyetlenip kurduğum ve söylememeyi seçtiğim cümleler mezarlığına dönüşüyor. hayaletleri de var üstelik.

korkunç kıskançlık triplerime yenisi eklendi. 'konuşabilen' insanları kıskanıyorum. ve bunu tutup da burada itiraf etmek sinir bozucu. anladın mı?